Üç kelime bir işlem

Üç kelimeli çağrışımlarla haftalık öyküler

Sunday, November 26, 2006

Sırtı yaralı

Hemen şimdi oturduğum yerden doğrulup, eylemceli bir iş yapıyorum. Kendi kendime sayılarını çoğalttığım bir başka ispat yükü daha; eğlencenin gidiş yolu eylemceli işler kumpanyası. Hiç bir şey yoktan varolamaz, dışında kalınamayan şey taklit edilemez, ya da ben ne kadar çok ben isem, çokobenler ve jakobenler tepeden inmeci bir yalnızlıkla beni bu eve kilitlerler. Eksik olan geçişsiz bir cümlenin beynime kazınması ise, bu cümle de dergi arasında kalmış şu aforizmadır muhtemelen:

" Her insan başkaları olmak ister, başkaları da o olsun ister. "

Sıkıntı ve sıkıntıyı paylaşma. Öteki kişi, duyuyor musun beni? Sesimi değil, sıkıntımı duyuyor musun? Beni burada kilitledi, diğer ben. Diğer ben, ben iken; bu sıkıntıyı sahiplenemiyorsa, sen bir öteki ve başkası iken nasıl sıkıntımı dolu dolu duyabiliyorsun?

Sıkıntıdan geçtim, çünkü her şey sıkıntıyla başlar, muhtemelen acıya doğru evrilir. Hayatımı sana devredemeyeceğim doğru. Baş ağrımı, kıç ağrımı, kalp ağrımı sana devredemiyorum. Acımı ve sıkıntımı paylaşmak isteyişin çok incelikli ve özenli bir davranış. Ancak bu olgunluk çağının, etliye sütlüye girişmeyen salon sterilliğinden bir parça midem bulanıyor. Et ve süt aynı karede yer almıyor sizler için. Halbuki yiyeni protein bombardımanı ile mantıklı eylemci bir hale sokuyor. Deneyin ve paylaşın gerçekten acımı.

Ah ne egoistlik benimkisi ! Hayatın ağırlığının fazla geldiği anlarda, acıya ortak bir başka ben olsun istiyorum. Kendimi tanımlamam ve tamamlamam için mutlaka sınırları çizilmiş bir ben ve sen olmalı değil mi? Hiçbir yalnızlık yoktur ki, karşısında iyi örneklenmiş bir ikililer ve üçlülerin varlığından rahatsız olmasın. Onun için acımı paylaşırken içime gelme, bulunduğun yerden öyle mucizevi bir tekme çıkar ki, kilitlenmiş bedenim fanusumun içinden tabuttaki rövaşataya hürmette kusur etmesin. Öyle kutsal bir acı, şaşılası şey.

Kendim olmayı bırakmayı planlıyordum ve bunu delirerek yapacaktım. Şöyle bir son sahne düşündüm. Dekorsuz, duvarları beyaz boyalı bir odada sandalyede oturuyorum. İçerisi aydınlık değil. Sandalyenin elleri ve kolları bana bağlanmış, ya da tam tersi. Sandalye olmak isteyişimin bir tezahürü. Loş odada içeri yavaşça ışık doluyor. İplerim çözülüyor. Altımdaki sandalye beni üzerinden atıyor. yere düşüyorum. bir sandalye gibi yapıyorum bunu; demin adına sandalye dediğim ben, ben olan sandalyenin üzerine oturuyor. Işık ilüzyonun en yakın arkadaşı oluyor. Çevre manyaklaşıyor. Beyaz duvarlar kırmızı renge dönüyor. Gövdemdeki bıçak şeklindeki işlemeler adamın sırtını deşiyor. Sandalye formum, hareketin başındaki insan formunun bitmek tükenmek bilmeyen eylemci hasletleri için iyi bir ders oluyor. Formlar arası insan dersinden sonra, üzerimde oturan adam, sırtından akan kanlara rağmen yan odaya geçip telefonla 2 hamal çağırıyor. Eyleme geçme vakti.

- Kardeşim 100 YTL çok para, 75 olur.
- .............
- Tamam peki 80 olsun. Hemen gelin ama, bugün benim izin günüm. Bekliyorum.
- .............

Hamallar gelirler. Bodrum katında duran ve kim tarafından oraya gönderilmiş oldukları meçhul kırmızı boyalı odanın eşyalarını tek tek ve özenle yerleştirirler odaya. Bıçak işlemeli sandalyenin akıbeti için sırtı yaralı adam karar verecektir.

- Bu arada şu sandalyeyi de alın, bodruma kaldırınç Ben ömrümde bu kadar rahatsız bir sandalye daha görmedim. Kaldırın şunu hadi, ne duruyorsunuz ?
- .............

Burası karanlık. Burası karanlık. Burası çok karanlık..

1 Comments:

At 10:20 AM, Blogger rot said...

yeni kelimeler üretmeni seviyorum, tasvirlere tersten bakmanı. okuyucuyu ters köşeye yatırmanı da seviyorum. bu yazıda şöyle bir şey var gibi geldi bana, sanki bu yazıdan iki-belki üç yazı çıkacakmış da hepsi beraber çıkmaya karar vermişler gibi. ya da bilmiyorum yer ve zaman daha fazla olsaydı, her biri hakkettikleri kadar anlatılsaydı diyor okur sesim. ben çok sevdim, konsantre meyve suyu gibi belki, bir anda çok yoğun bir tat, ya da elma suyu az votka tam tadına doyamadan sarhoş ediyor insanı. bilmiyorum ki acaba anlatabildim mi?

 

Post a Comment

<< Home